23 Eki 2014

Parrhesia


“Parrhesia”[1] kelimesini Adada Antik Kenti’ni[2] gezerken hatırladım.  “Adada” ve “Termessos” şehir devletleri ezeli düşmanları “Selge’ye” karşı bir dostluk anlaşması yapıyorlar.

Şehrin son derece akıllıca planlanmış kanyon giriş yolunda yürürken bu şehri yönetenlerin M.Ö.1500 yıllarından itibaren civar şehir devletleriyle savaşarak ayakta kaldığını düşündüm. Sarp ve dar kanyon kayalıklarını kullanarak Güneyden yani Selge’den gelecek her türlü tehdidi bertaraf edebilmek için kale gibi inşa edilen bir şehir Adada. Diğer Pisidia şehirleri gibi yüksek irtifalarda derin kanyonlar içinde gizlenerek inşa edilmiş garnizon şehirlerinden biri. Tarım alanları oldukça kısıtlı sayılır. Bunun dışında hayvancılık, orman ürünleri ve madencilik konularında zengin olanaklara sahip bir coğrafya.

Şehrin Kuzey girişine  ise ancak bir kaç yüksek tepe aşılarak ulaşılabiliyor. Üç tapınak karşılıyor sizi: İlki İmparator Traianus Tapınağı MS. 114 yılında inşa edildiği anlaşılıyor. İkincisi “Tanrı İmparatorlar Tapınağı” zengin bir Adadalı’nın adak için yaptırdığı bir tapınak. Üçüncü tapınak ise Zeus Magisteus Severus tapınağı. Bu üç tapınak birbirine yüz metre mesafede yer alıyor. Agora yolunun uzunluğuna bakılırsa ticaret kapasitesi yüksek bir şehir. Yolun bitiminde ise antik tiyatro ve devlet binaları yer alıyor. Kuzey girişinde yarım kalmış bir tiyatronun basamakları dikkat çekiyor. Bu tiyatronun neden bitirilemediğini anlamak zor. Hellen tarzında bir yanı tepeye doğru inşa edilmiş olan bu tiyatronun Roma döneminde daha farklı bir amaçla kullanıldığı düşünülebilir. 




Tapınaklara iki dilde bilgi levhaları konmuş. Bu tapınakların imparatorlar adına inşa edildiği yazılmış. Roma imparatorları için yapılan büyük bir olasılıkla Apollon tapınakları bunlar. Roma öncesi dönemden kalan Zeus tapınağı da dikkat çekiyor. Bölgenin bilinen tanrıça kültünden hiç iz yok. Tapınakları çok fazla inceleme fırsatı bulamadım. Zaten bu tapınakların ölçüleri oldukça mütevazi . En fazla on on beş metre eninde ve on metre boyunda takribi yedi sekiz metre yüksekliğinde küçük tapınaklar bunlar. Çok geniş bir alana yayılmış olan şehir yıkıntılarından sonuç çıkarmak iğneyle kuyu kazmak gibi. Şehir  ana planı ve bölümlerini gösteren bir kroki konmamış. Bu da her tarafa saçılmış olan şehir yıkıntılarından tahmin yürüterek bir takım sonuçlar çıkarmak zorunda bırakıyor ziyaretçileri.
 Antik tiyatronun bin kişilik bir tiyatro olduğu söyleniyor. Bu da şehrin nüfusunun diğer şehirlere göre Termessos, Selge, vb. daha az olduğunu gösteriyor. Antik tiyatro merdivenleri hiç bozulmamış. O dönemin vaz geçilmez kamu binalarından biri  anfitiyatrolar. Anadolu’da yüz elli kadar antik tiyatro bulunduğu söyleniyor. Neden her şehirde bir anfitiyatro var? Üç farklı mimari stilde  inşa edilmiş tiyatrolar var. Hellen öncesi, Hellen ve Roma tipi tiyatrolar.  Hellen tipi tiyatro yarım çember biçiminde iken Roma stili tam çember biçimini tercih etmiş. Aradaki fark doğal olarak seyirci adedi. Hellen anfitiyatroları daha çok tiyatro gösterileri amaçlanırken Roma döneminde gladyatör dövüşlerinin de aralarında bulunduğu sportif gösteriler için bir mekan olarak tasarlanmış.  Hellen tiyatrolarında oynanan oyunlar ise trajedi tarzında. Aiskhylos, Sofokles ve Euripides gibi tiyatro yazarlarının eserlerinde mitolojinin geniş çapta kullanıldığı “parrhesia oyunları” oynanırdı.[3]
Antik Yunan Uygarlığında hakikatin tanrılar tarafından söylendiğine inanılırdı. Sorular sorulur, tanrılar bu soruları cevaplardı. Hakikati ancak tanrılar bilebilirdi. Pharrsia  oyunları tiyatronun yani kamu hayatının vaz geçilmez unsurlarından biri idi.  Günümüzde televizyonun daha doğrusu medyanın yerini tuttuğunu söyleyebiliriz.
Tiyatrolarda nasıl oynanabiliyordu? Merdivenlerde otururken bir oyun hayal ettim. Michel Faucault’un ders notlarını hatırlamaya çalıştım:
Pharrhesia kullanan insan kandırma ,sahtecilik , yaltaklanma, çıkarını koruma yerine,  dürüstlüğü tercih ederse ne olur?  Hakikat nedir? Hakikat’i duymaya hazır olmayanlara söylendiğinde ne olur? Bütün bu soruların bir çok cevabı olabilir.
Kimi idareciler gerçeğin söylenmesine tahammül edemezler. Etraflarındaki insanların sürekli yalan söylemesiyle gerçeklerden uzaklaşırlar. Bu tür yöneticilerin dikta rejimi kurdukları ilkçağlardan bu yana bilinmektedir. Anadolu antik kentlerinin hemen hemen hepsinde ortak üç tür yapı var. Tiyatro, tapınak, agora. Bu üçlü bir şehri şehir yapan üç temel unsur olarak karşımıza çıkıyor. Şehir devletlerinde bu üç mimari yapı kamunun vaz geçilmez unsurları olarak idare tarafından yapılmak zorunda. Günümüzde olduğu gibi varlıklı insanlar kamunun yararına tapınak, okul, iş hanı vb. yaptırıyorlar. İki bin yıl önce  zenginlerin kamu yararına yaptırdıkları binalara konan kitabelerden anlıyoruz bunu. Antik kentlerin çoğunda birileri adına yaptırılan binaların duvarlarındaki yazıt veya kabartmaları görüyoruz.


Bir ipucu bulmak üzere geldiğim bu antik şehirde parrhesia oyununun nasıl oynandığına ilişkin hiç bir ipucu bulamadım. Görünen en bariz şey; şehirlerin ne kadar korunaklı yerlere yapıldığı. Bronz Çağı ve daha sonra Demir Çağı savaşlarla dolu. Zenginleşen şehirlere mutlaka birileri saldırıyor. Bunu önlemek için Adada halkı kayalıkların, derin kanyonların içine saklıyorlar şehirlerini. Köle olma korkusu her yerde karşınıza çıkıyor. Güçlü olan güçsüz olanı köleleştiriyor. Kölelerin hiçbir şekilde kurtulma şansları yok. Antik çağın en araştırılmamış konusu bence  kölelik. Savaşlarda esir edilenler, doğumdan köle olanlar, köle pazarından satın alınanlar olarak üçe ayırabileceğimiz bu sınıf her kültürde farklı kurallara uymak zorunda. Bir kez köle olan birinin kurtulması isde çok zor. İlkçağda ikinci büyük olay ise kadın kaçırmalar. Kadınlar ganimet olarak alınıp satılabiliyor. Bazı yazarlara göre köle nüfusunun yurttaş nüfusundan kat be kat üstün olduğu biliniyor.   
Şimdi geçmişin kültürel değerlerinin nasıl yok edildiğini daha iyi anlıyorum. Tiranlar ve din adamları kültürden ve eleştiriden hoşlanmazlar. Dünya üzerinde sadece kendilerinin fikirlerinin doğru olduğunu düşünürler. Eleştiriye gerek yoktur. Övgü hak ettikleri şeydir. Övgünün dışında bir bakış açısı kabul etmezler.  Kendilerini tanrı yerine koyarlar ve bir imparator olarak ya da bir tanrı olarak halka eziyet etmeye başlarlar.
Doğruyu söyleyenler yavaş yavaş şehri terk etmeye başlarlar. Diktatör ise etrafındaki dalkavuklarıyla kurmaca dünyasında küçük tanrı rolünü oynar. Bir gün  güçlü bir orduyla gelen yeni bir kral surlardan içeri sızar ve küçük tanrıyı öldürerek yerine geçer. Bir süre hakikat oyunu oynanır sonra yeni kral da küçük tanrı kral olmaya heveslenir. Oyun sona erer. Bu döngü böyle sürüp gider.
Bu mudur demokrasi dengesi? Antik Yunan uygarlığında en çok tartışılan konulardan biri de bu. MÖ. 5. Asırda Atina nüfusu yirmi bin köle sayısı kırk bin olarak veriliyor. Her evde en az iki üç köle bulunduğundan söz eden etnologlar var. Atinalı vatandaş Parrhesia hakkına sahip. Dışarıdan gelenler vatandaş da olsalar bu hakka sahip olamıyor. İkinci kriter ise “bilge insan” olma özelliği. Atina aristokrasisi demos yani halkın çoğunluğunu seçkin olarak kabul etmiyor. Halkın çoğunluğu bilgisiz olarak kabul ediliyor. Cahil çoğunluk olarak nitelendirilen bu kitlenin söz sahibi olmasını eleştirenler de var. Bilgisiz bir kitlenin gözüne girmek için yalan söyleyen politikacılardan oluşan idarecilerin şehre faydalı olamayacağı görüşü var. Bugün popülizm olarak nitelendirilen çoğunluğun nabzına göre şerbet veren usul o zamanlar antik dünyada daha da yaygınmış. Demos yerine seçkinler tarafından yönlendirilen demos veya tanrılar tarafından seçilmiş kralın tebası olmak gibi seçenekler var.



Siyasi iktidarların halkın çoğunluğunun oyuyla seçildiğini biliyoruz. Demokrasilerde seçim sistemi ne olursa olsun çoğunluğun seçtiği parti iktidar yolunda ilerliyor. Düşüncesini ortaya koyan çoğunluk bir yerde kendi isteğiyle ve hür iradesiyle oyunu kullanıyor. Buraya kadar bir sorun yok. İktidar olan kişi ya da zümre devletin idaresini ele geçirdikten sonra iki seçenekle karşı karşıya kalıyor.
Bir:  Pharrsia oyununu oynayacak . İki: Pharrsia oynayanları yok edecek.
Aslında  söz ile düşünce arasında bir denge kurulmaya çalışılıyor. Söz yani logos insanın düşündüğünü söyleme özgürlüğüne göre anlam kazanır. Düşündüğünü söyleme hakkına sahip olanlarla olmayanların dengesi hiç te kolay değil. Bugünde kolay değil geçmişte de kolay değilmiş.
Adada antik kentini boydan boya geçerken  geçmişi hayal etmeye çalıştım. Agorada alış veriş yapan şehir halkı, askerler, idareciler, rahipler  ve köleler. Döşeme yolların üzerinde yürürken bir bir buçuk metre uzunluğunda kırk elli santim kalınlığında kesme taşlardan yapıldığını görüyorum. Kilometrelerce uzayıp giden caddeler ve sokaklar. Şehrin giriş kapsına doğru “kral yolu” adı verilen  döşeme yolda yürürken Pisidia  coğrafyasında beş yüzden   fazla antik kentin olduğu varsayımını düşünüyorum.








[1] Parrhesia kavramı en kapsamlı bir şekilde Michel Foucault’un  Kalifornia Ünivesitesi’nde  1983 senesi Sonbahar Dönemi’nde verdiği ders notlarında izah ediliyor. Ayrıntı Yayınları tarafından “Doğruyu Söylemek”  adıyla yayınlanan kitap “Fearless Speech”  adıyla 2001 yılında ABD’de yayınlanır.
[2] Pisidia Bölgesi'nin antik kentlerinden biri olan Adada, Isparta ili, Sütçüler ilçesine bağlı Sağrak köyü yakınındadır. Adada'nın adı ilk kez M.Ö. I. yüzyıl yazarlarından Artemidoros tarafından verilmiştir (Strabon XII, 570). Sonra Ptolemaios (V 5, 8) ve Bizans tarihçisi Hierokles'te (674, 4) de "Odada" olarak geçer. Ancak kentin tarih sahnesine çıkışı Termessos'ta bulunan bir atlaşma metni dolayısıyla M.Ö. 2. yüzyıla kadar inmektedir.
[3] Turizmci İsmail Altınçekiç’in  bloğundan bir alıntı yaparak Hellen  Roma tiyatroları karşılaştırmasını  yapalım. Yunan – Roma Tiyatrosu karşılaştırması
Y/ Yunan Tiyatrosu, onu çevreleyen kent ve manzara ile bütünleşmişti.Sahne binası küçük bir kulübe,hatta bir çadır şeklinde.Bu seyircinin görüşünü etkilemiyor.
Y/ Tiyatro yapılarında enstrümanların geride, aktörlerin onların önünde yer aldığı alanı çeviren oturma yerlerinin ilk sırası ile oyun alanı aynı yükseklikte bulunuyor. İlk sıradakiler yatay, tiyatro yüksek olmadığından en arka sıradakiler de kuşbakışı oymayan yataya yakın bir eğik görüş açısı ile oyunları izleyebiliyor. Oturma yerlerinin tümü, merkezde yer alan sahneyi eşit düzeyde görme olanağına sahip bulunduğundan, oturma sıralarının yarım daire (180 derece) den daha geniş açıda yerleşmesi optik bir sakınca oluşturmuyor. Bu dönem tiyatroları daha fazla oturma yeri kazanma amacına yönelik olarak yarım daireden büyük olabiliyor.
R/ Roma tiyatrosunda sahne binası, seyirci oturma yerleri ile aynı yükseklikte.Bununla seyirciler kendilerini dış dünyadan ayrılmış buldular.Bu durumda artık tamamıyla gösteriye yoğunlaşıyorlardı.
Seyirci oturma yerlerinin üst kısımları revaklıdır.Sahne binası ve revakların aynı seviyede olması akustik yönünden avantaj sağlar. Tiyatrolar, birden çok orta yollu(diazoma) olarak büyüyünce, orta yolun(diazoma) arkasındaki destek duvarının içine bronz küpler yerleştirdiler. Ayrıca ses yansıtıcı panoların düzeneğini geliştirip malzeme seçimine özen gösterdiler. Bu önlemlerle sorunlara çözüm bulmaya çalıştılar. Daha sonraki yüzyıllarda Romalılar, bu sorunları (Aspendos Tiyatrosu örneği gibi) sahne binası ile izleyici koyağını(cavea) 180 derecede yapışık hale getirerek birlikte inşa edip büyük oranda aştılar. İzleyici koyağının(caveanın) üst sırası ile sahne binası çatısı aynı yükseklikte yapılınca yankı sorunu azaldı. Bu durumda tiyatro, tam kapalı bir yapı olarak dışarının gürültüsünden arınmış, sesin yapı içindeki çınlaması  kolaylaşmış oluyordu.
R/ Roma İmparatorluk döneminin gösterilere getirdiği en büyük yenilik, insanların birbirleriyle ölümüne çarpıştırıldığı gladyatör dövüşleri, venationes (vahşi hayvanlarla insanların ya da hayvanların birbirleriyle yaptıkları dövüşler) oldu.
Birbirinden çok farklı iki gösteri türü vardı. Bunların birincisinde profesyonel gladyatörler, kuralları son derece disiplinli biçimde belirlenmiş olan kavgalara girişiyorlardı. Ölüm oranının 20’de 1 olduğu bu oyunlar günümüzün boks karşılaşmalarından çok da farklı sayılmazlardı.Roma döneminde gelişen bir başka gösteri türü ise Venationes’ti. Bu gösterilerde gladyatörlerle aslan, kaplan, leopar, ayı gibi vahşi hayvanlar ölümüne mücadele ederlerdi.
Uzun Roma barış döneminde mühendisler halkı eğlendirmek için yepyeni gösteriler tasarlarken, orkestra çukurunu suyla doldurup boşaltacak şekilde yeni teknolojiler ürettiler. Bu teknoloji sayesinde kara savaşlarının kanlı betimlemelerine ek olarak deniz savaşlarının da yeniden canlandırılması mümkün oluyordu. Bir başka gösteri, su içindeki güzel yüzücü kızlar tarafından yapılan senkronize hareketlerdi. Belirli bir koreografik düzenleme ve müzik eşliğinde yapılan bu gösteriler izleyicileri kendinden geçirirdi. Anadolu’da Ksanthos, Myra, Ephesos ve Nysa, Hierapolis gibi kentlerin tiyatrolarının tabanları bu oyunlar için mermerle kaplanır, suyun doldurulup boşaltılması için gerekli su kanalları hazırlanırdı.
Y/ Yunan tiyatrosunun başlangıcı, Dionysos ayinlerine uzanır. MO 7.
R/ Roma tiyatroyu Yunan’dan alır.
Y/ İlk tiyatrolar son derece basitti.Düzeltilmiş toprak bir alan, tahtadan yapılmış seyirci basamakları ve gene tahtadan bir sahne.Taştan yapılan tiyatrolar ilk defa MO 4. yüzyıldan itibaren görülmeye başladı.
Y/ Yunan tiyatrosu daima denize veya dağlara bakar. Bu manzara dekorun doğal bir parçasını oluşturur.
R/ Yapılacak tiyatronun yeri, hava şartlarına uygun, alanı güneye bakmayacak şekilde ve akustik şartlara elverişli, bir yer olarak özenle seçildikten sonra, aşağıdaki şekilde tiyatronun mimari planı hazırlanır.
Sahne bölümünün (proskenion) uzunluğu, başlangıçta seçilen daire çapı CD’nin iki katıdır. Sahne platformunun yerden yüksekliği, orkestra çapı CD’nin on iki de biri kadardır.Bu  durumda :
1.  Sahnenin eni .r’dir.
2.  Sahnenin uzunluğu  4r’dir
3.  Sahnenin orta noktası M’nin, tam karşısındaki daire uzerindeki orkestra noktası H ya uzaklığı r’dir.
4.  Sahnenin eni ile boyu arasındaki oran 1/8’dir.
5.  İzleyicilerin oturma yerlerinin basamaklarının yuksekliği, bir ayak ve bir avuctan az, bir ayak ve altıparmaktan fazla olmamalıdır. Derinlikleri de, iki bucuk ayaktan fazla, iki ayaktan az olmayacak şekilde secilmelidir.
 R/ Roma devrinde tiyatroya girmek kadın  erkek her vatandaş için serbesttir.
 Y/ Tiyatro festivalleri tanrıların şerefine düzenlenir.
 R/ Tiyatro her türlü gösteri halkın eğlenmesi içindir.
 Y/Yunanda tiyatro yamaçlarda seçilir.
 R/ Kemerli duvar yardımıyla düzlükte bile tiyatro inşaa edebilmişlerdir.
 Y/ Tiyatro yüksek olmadığından yarım daire(180 derece) büyük olabiliyor.
R/ Sahne yapısı, oturma sıralarının sağ ve sol başlarındaki izleyicilerin görüşünü engelleyeceğinden Roma İmparatorluk dönemi tiyatro yapılarını 180 derece daha büyük açılı olamıyor.
Y/ Tiyatrolar, her gün izleyici toplamak zorunda değildi. Çünkü o dönemde tiyatro oyunları, yılın her günü değil, özel günlerde oynanırdı. Büyük merkezlerde, özel günlerde sergilenen oyunlar, daha sonra bir anlamda turneye çıkar ve kırsal kesimde, küçük merkezlerde sergilenirdi.
Y/ Tiyatro gösterileri gün doğumundan günbatımına dek sürerdi. Her gün beş oyun sahnelenirdi. (İlk gün beş komedi, diğer günler trajediler ve birer satir.)
Y/ Eski Yunan’da tiyatro önce yalnız korodan oluşurdu. İ.Ö. 543’de, yazar Thepis, oyunlarına koroyla diyaloga giren bir aktör aldı. İ.Ö. 480’de, Aiskhylos’la, ikinci bir oyuncu ortaya çıktı. Yunan resim ve yontu sanatlarında üçüncü boyutun ortaya çıktığı yıllarda, İ.Ö. 470’de, Sofokles oyunlarında üçüncü oyuncuya da rol verdi.
Y/  Eski Yunan tiyatrosu oyunlarında, yaklaşık 30 kişi görev alırdı. Bir oyundaki oyuncu sayısı dördü geçmezdi. Oyuncular dışındaki kadro, yaklaşık onbeş kişilik koro, flüt ve saz çalanlar, öğretmenler ve sahne çalışanlarından oluşurdu .
Y/ Eski Yunan’da, kent bütçesinden tiyatro giderleri için yapılan harcama, toplam bütçe harcamalarının yüzde beşini oluştururdu.

“Kremna (Κρεμνα)`

Uçurumun kıyısında bir Pisidia kenti. Klasik Yunanca "Uçurum" anlamına gelen (κρημνός) kelimesinden yola çıkarak adının veril...